27 Ekim 2011 Perşembe

arnavul günlükleri 10


 Rauf Beyin boğazı çoktan kurudu. Yolun başında toz bulutu sizi çağırmakta. Gidip bir iki el atmak isterseniz, yapmanız gererken tek şey, tozu bulutunu izlemeniz yeterli . Komşular Dedeye bir güzellik yapıyor günün öğleden sonrasını yardım ederek geçiriyorlar.Murteza Ağa'nın gönlü şendir şimdi. İnsan sesleri geçiyor kabrinden. İş makinaları bağırıyor. Torunlar büyümüş, oğul  80'ine girmiş  bir çınar gibi yönetiyor hayatı. Ve Nazım, gölgelikten sesleniyor:

"Memleket isterim/ Gok mavi, dal yesil, tarla sari olsun/ kuslarin ciceklerin diyari olsun/ memleket isterim/ ne basta dert ne gonulde hasret olsun/ kardes kavgasina bir nihayet olsun."

Uzun bir zamandır devam eden çalışma biti bitecek ancak oğulların yüzünden belli, bir tutam sap kaldıracak halleri yok. Ama bu iş bitmeli, o nedenle diğer taraftan arpa torbaları  doldukça kenarı çekilmeli. Temizlenmiş ambarlara torbalar taşınmalı, yerleştirilmeli. Epeyce meşakatli ve da yorucu. Denilebilirki bir çiftçinin yıl boyunca kendisine verdiği en büyük sınav bu.

"Eskiden " diyor Dede, gençlik yıllarında ( çocukları da görmüş o zamanları) kızaklarla   -sonraları kağnılarla- çekilirmiş saplar harmana /serilir ve gevremesi beklenirken aynı anda da öküzlere ya da  atlara bağlanan gemlerle saplar dövülürmüş. İlk işlem tamamlandıktan sonra  saman üste gelecek şekilde saplar çevrilir olduğu yerde ve yeniden devam ederlermiş dövmeye. Harman makinalarına geçilir, dövülen saplar makinanın kazanına atılarak parçalanır samanı mereğe, buğdayı torbaya ayırarak bu zahmetli işler tamamlanırmış.

Dedeler için bundan sonrası hayat,  biraz daha kolaylaşmakta artık. Sırada bağ- bağçe işleri.Hadi hayırlısı.
Buralarda bir söz var: ne kadar iş, o kadar ekmek...

14 ağustos 2011

arnavul günlükleri 9

Dede ve oğulları birkaç gündür Rauf Bey'in tarlası ile uğraşmaktalar. Saplar önlerinde uzadıkça uzuyor. Güneşin altında çalışmak zor oluyor elbette. Ancak bugün pes diyor Rauf Bey. Bu akşam itibariyle tırmık çekildi mi meydan diğer bir gün için hazır demektir.Patosçu gelecek, makinayı kuracak, saman çadırı kurulacak, arpa torbaları hazırhale getirilecek ve 10-12 saat sürecek makinaya sap atma başlayacak. Sıcak ne kadar çoksa çalışmak o kadar zor, diğer taraftan 'bu kadar gevredikten sonra saplara yağmur da değmemesi gerekir' diyor dede ... Tüm bu yorgunluk arasında gölgelik bulup oturduğunuzda sadece doğaya bakıp ve ona anlatın kendinizi. Rahatladığınızı ve de tılsımlı bir elin sizi iyileştirdiğinizi anlayacaksınız.

09 ağustos 2001

9 Ekim 2011 Pazar

Arnavul günlükleri 8

gece yarısıdır uyandığınızda, dinginliğin keyfini çıkarmak için balkona çıkıp karanlığı bölen gece labalarının hüzmesi eşliğinde karşı tepelikleri görmeye çalışırsınız.Sonra köpek ulumalarıyla ayrılırsınız balkondan, biraz da ürkerek yeniden yatağa sokulmayı istersiniz. Size yakın olmayan bir bahçenin yabani bir hayvan tarfından talan edilmesine ramak kalmasıdır bu durum aslında. Silah sesleri ardından -korkutma amçlıdır-. Bellidir artık gecenin konuğu bahçeye girmiştir. Birbirine yakın komşular yardıma gelir, bir şamata, bir hengamedir geceyi alır götürür. Orada olmasanız da biliyor ve bekliyorsunuz. Çünkü kırsalda olmak, hele hele de bir köyde olmak böyle bir şeydir. Çiftçinin işini yetiştiremediği yerde yorgun da olsanız el atmanız büyük bir duyarlılıktır.'Bugün bana yarın ona' hesabından fazlası vardır bu incelikte;. imece usulundan biraz daha fazla ruh taşıyan bir düşüncedir bu. Beklenti yok, sadece yağmur yağacakken taşın altına elinizi koymanız, onca emeğin heba olmasına göz yummayı istememenizn bir açıklaması vardır. Yürekliliğiniz, kadirşinaslığınız ve çokça da içsel sorumluluğunuz orada olmasıdır. Yanınızda!. Çokça azalan bir yakın durma hali bu. Kentlerin arka bahçeleri olmaya başlayan kırsal da hayat aynılaşmaya başlamış olsa da, masumiyetini sürdürüyor diyelim. Bu bir ödev olsun, düşünelim... Sahi, büyük kentlerde ihtişamlı dostlukları olanların kaçı acaba gerçek anlamını yükleyerek kucaklayabilir bu yürekliliği...! 08 ağustos 2011

Arnavul günlükleri 7

Bir yayla havası tutturmuş Ali Kaptan. Bir uzun yol havası. Yaş ilerlemişken görmemek var deyip, mezirelerden dönüp yeniden bakmış hayata.Nilgün Marmara gibi, bütün bahçelerini görmüş müdür hayatın bilmiyorum ama yetmiş yıllık bir ömürde tüm iyi ve kötü yaşanmıştır kuşkussuz. Ne kalbi teklemiş, ne sonsuza bağışlamış hayatı. Ali Kaptan çocukluğunu istemiş ve de almış. Yaylaların soğuk suyunu içmiş, soçlukta taşları dizmiş üstüste oynamış yaşıtlarıyla, ağbayırdan atmış tüm sefilikllerini budalaların. Hayat Ali Kaptan, hayat; kimine tepside kimine koltukta geliyormuş. Hoş siz çoktan çözmüştürsünüz bu düğümü/hayatı almış terkinize yürümüşsünüzdür. Ne garip, sanki önceden tanıyorum sizi/ şapkanızın gölgesinde oturmuşum/ sararken ince ince sigaranızı, ağlayan bir yanınıza bastırmışım, siz okşamışsınız saçlarımı... Dağınık, içli, kahırlı bir anı saklıyorum kaptan. Kalbinize yakın tutar mısınız ellerimi? ... Bu günü güzel eyleyenler oldu, günü alıp gidenler yarenimizden. İyi de oldu, okeyler oynandı, dönüldü,tavlalar oynandı, bulmacalar dolduruldu, evin ikizlerine gülündü, pileki ekmeği eşliğinde formadan çıkmış lenger kebabı yenildi, ardından kızılcık şurubu yudumlandı...Yarına allah kerim. 07 / 08/ 2011

8 Ekim 2011 Cumartesi

Arnavul günlükleri 6

Çekiç sesleri ile uyanıyorum ve yine köyü gölgede bırakışına uyanıyorum sisin. Saat, ev sahipleri için geç, benim için erken aslında.

Dün ki yoğun çalışmanın ardından, dinlenmek gerekli. Ancak mümkün değil elbette, hal yoluna koyulması gereken işler var hala. Kentten bakınca hayat buralarda çok kolay! Yine de karadenizin tepelik arazilerinde yaşanan koşullar, çok daha zor olmalı. Arnavul doğu kültürü ile içiçe geçmiş bir karadeniz köyü.Kadın içinde erkek içinde koşullar eşit.

İnsanlar hayatı bir şekilde kolaylaştırmak zorundalar kendilerine.Bir çoğunun evinin önünde eski model de olsa araba var. Olmayanlar ise olanlardan yardım alıyor. Tüm yorgunluklarına rağmen akrabanın/komşunun yolcusu için ilçeye yolculamaya gidiyorlar. Ya da gelen misafirlerine hoşgeldine...

Haberleşme hem telefonla, hem de anonsla yapılan bir yerde iyi haber de alıyorsunuz kötüsünü de elbette... Akşam yapılan anonsda köylülerden biri kaybolmuş mesela. Bulunsaydı yine anons yaparlardı kuşkusuz!
Üzüldük elbette dedenin çok eski arkadaşı ne de olsa Kalp krizi midir hayatı sonsuzluğa bağışlayan Ali Kaptan...Yoksa bilinçli bir terk ediş midir?

Ev sahibi tırpanı komşuya dövdürdüğüne göre öyle anlıyorum; tarlanın yarım kalan kısmı, biçilen diğer tarlada biçerin bıraktığı saplar temizlenecek muhtemel bugün. Köylü için dur durak yok. Her an dolu, her an yoğun. Sadece akşamları ya da öğle araları yemek molasından sonra tavla ya da fanti oynayarak dinleniyorlar. Ev sahibi (dede) tavlada usta!

Dedeyi arıyor gözlerim, hayvanları güdüyor belli ki şu saatlerde ve de kafasında mutklaka bir iş planı ile cevizin dibinde oturuyordur.

06 ağustos 2001

7 Ekim 2011 Cuma

Arnavul günlükleri 5

Gün yüzünü dökmüş, teselli edilmeyi bekliyor. Bahçe ise çiseye durmuş ve de "dinlenme vakti " diyor. Dün ki çevrilen ve tırmık edilen tarlanın artık bir yanı ıslak... "Yine de bir güneş çıktı mı diğer yanına dönmesi için hazırdır tarla" diyor Dede. Zor işler... Her gün erken bir saatte başlıyor burda hayat ve karanlığı anlamaya da burada başlıyorsunuz.

Saat öğleyi geçti ve güneş tepeden vuruyor sırtlara, az önce dolaşıp geldim. Ragıp Beyin düzünü güneşe hazırlıyor çalışanlar, sonra mezarlığın sapları toparlanacak. Obek obek sapları toplayarak ada oluşturuyorlar ki, patosa vurulurken ulaşmak kolay olsun. Sonra samanı bir tarafa, arpası bir tarafa...

05.08.2011

Arnavul günlükleri 4

Herkesin dur durak bilmeden koşturduğu bir mevsimde burdayız.Zaman emek demek, emek daha fazla doymak demek. Yaylacı yaylasında, köylü tarlasında olmalı. Ve güneş ortalığı ısıttıktan sonra başlamalı işe.Herşey vakitli.

Gri bir bulut düşmüş sanki köyün üstüne de açılmayı bekliyor. Ne Martap ne de Ağho’nun güzelliği görünüyor. Tepelerden kavak yelleri umarsız esmekte. Ne garip, sadece sisin öylece kalacağını sanıyorsunuz.

Elbette kalmıyor. Misal; bu ses Yusufçuğun sesi. "Eskisi gibi duymuyoruz onu. Hava kapalıyken sesini duymak eskiden uğursuzluk sayılırdı.Ne çok şeye inandırılmışız.Artık başka şeylerden korkuyoruz...(!) Hazin öyküleri olanlar da unutuluyor zaten.Unutulsun da diyor Dede"

Doğa böylesisne her dem yenilerken kendini...! İnsan yaralarıyla devam etmeli hayata.Bu insanlar da öyle yapıyor.
Tırmık zamanı, ağaç gölgelikleri kaybolmadan çıkmalı yola.
Dede, "haydi gençler" diyor.

04.08.2011

Arnavul Günlükleri 3

Dün yine buna benzer bir duyguyla çıkmıştım evden.Köy giderek küçülüyor mu ne? Sizlerde de var mıdır? Bilmiyorum; tüm görüntüler eskisi gibi tanıdıktır ama biraz sanki yokluğumuzda değişmiştir onca şey.Yüz yıllık ceviz ağacı yaşlılığını kusmaktadır şimdi, yaz armudu paslanmıştır ve de ıhlamur altında ki güller...

Güzel bir ses. Üst üste sela veriliyor, bir ağıt bu. Eskiden bu kadar çok ölmezdi insanlar.Nereye gidiyoruz peki? Annem görüyor mudur! Büyümek yetmiyor bazen, zor yanıtları olan zor sorularla uğraşmanız gerekiyor.

Saat sabahın 00:5'i, erkenci kuşlar gibi dönüp duruyor sesler kafamda. Neden bu kadar dokunuyor peki. Neden içimi böylesine yakıyor...

03.08.2011

Arnavul Günlükleri 2

gün aydınlanırken uyanmak dinlendiriyor insanı ve saatler ilerledikçe sıcak, gölgelikleri bile kavuruyor. Çalışmak olanaksız diyorum ama hayır doğa bir yolunu bulup seni çağırıyor. Gitmek gerekli, zamanında orada olmazsan doğa affetmiyor çünkü.
Eskiden çok uzundu bu yollar, ya da çocukluğumdu bunu abartan. Üzerinden geçemediğim gölcükler, ağaç dalları, su olukları… Şimdi bakıyorum, olamaz böyle bir şey! Nasıl yani, ne çabuk! Sahi ne zaman büyüdüm ben. Gözümün gördüğü her şeyi yorumlayabiliyorum. Saklı kalması daha mı iyiydi?

Dede arkada, elindeki bastonun sağlamlığına dayamış kendini, ne düşünüyor bilmiyorum ama o da geçmişten geliyor sanki!
Sanki az önce göndermiş sevdiği kadını sonsuzluğa. Öyle dağılmış ki yüreği…

01.08.2011

Arnavul Günlükleri 1

Hayat bir şekilde akıyor,sizin ne kararlar aldığınıza, nasıl yönlendireceğinize aldırmadan. Ben annemle yaşadığım inceliklerimi görmeye çalışıyorum. Üst katın balkonunda giydirmeye çalıştığım çatal bebeğime, parmaklıklara kurduğum bebek salıncağına bakıyorum. Merdivenin başında oturup basamaklardan inmenin acısını duyumsuyorum hala. Uzun bir koridorun sonunda çeşmeye açılan o kapıdan sokağa fırlamanın keyifini ve de defalarca içine düştüğüm havuzu anımsıyorum ve içi dolu bir dolap kapağını açar gibi açıyorum geçmişi.Annem hep arkamdan izliyordu kuşkusuz. Biliyordum ki, dengemi kaybedersem tutacak. Yine de bir boşluk var içine büyüdüğüm.
Erken kaybedişin verdiği boşluk olabilir mi? Yoksa bir kez bile kendisi için birşey yapmadığını bilmenin hüznü...!
Her yıl buraya gelmemin asıl nedeni bu sanırım bu boşluğu doldurmak. Bu boşluğu anlamlandırabilmek.

Dedeye bakıp, yüz çizgilerine sinmiş anıları okuyorum. Yüzyıllık yazıt gibi...Mühürlenmiş bir kapı gibi. Açmak mümkün müdür?

31/08/2011