18 Kasım 2009 Çarşamba

Aydanur Saraç ile söyleşi- Selami Karabulut

Sevgili Aydanur merhaba, ocak ayında bir şiir kitabının çıktığını biliyorum, ancak ondan öncesinde şiir serüveninden bahset bize, bu serüven de senin sınırlarını zorlayan neydi?

1996`dan itibaren bu serüvene katkı sağlayan dostlarımı anmadan geçmek istemiyorum. Öncelikle sevgili Hüseyin Alemdar. O, Cumhuriyet Kitap'ta şiir meraklilarına not düşmeseydi, bu zorlu sürece giremeyebilirdim. Bir yıl sonrasında Edebiyatçılar Derneğin de Hüseyin Atabaş'la olan tanışmamız ve Damar Dergisi’nden Özgen Seçkin, Aydın Şimşek, sonrasında Haydar Ünal, Erhan Pınarbaşı, Hasan Sertkaya, Vefa Önal, A.Kadir Bilgin'i anmak isterim. Ve Damar'da geçen - adına hizmet içi eğitim - dediğim o buluşmalar, söyleşiler, şiir çözümleme günleri, hayat ve sanattan bize kalanlarla kendimizin ve bu camianın renklerini öğrenmeye başladığımızı söylemeliyim zira o dönem yalnız değildim. Sevgili Refıka, Sevgili Özcan ve Umut vardı. Çok kolay olmadı şiiri öğrenmek, birçokları gibi deneme yanılma yolunu kullandım, neticede alaylıyız. İnceliklerini kavramak, onu anlamak uzun yılları kapsıyor, kapsayacak, çünkü kendimi/zi şiirin önünde hep öğrenci olarak görüyorum. Şiirin farkına varma ve onu anlama yaşım geç oldu, bu nedenle ne kadar çabaladıysam o kadar yol aldım, öğrendikçe yol uzadı, yol uzadıkça kendimi değiştirdiğimin farkına vardım. Benim için tek başına değişmek zordu. Bu yolculukta benim anladığım; herşeyi bilen ve size kendini adayan bir rehber yok. Başlayış sürecinde benden önce başlayan arkadaşlarımın şiirinin farkında olamamak korkusuydu, bilinçli bir öğrenmeyi gerçekleştirememe duygusuydu, neyse ki bir zaman sonra kendimi anlamaya başlayınca o duygu kayboldu. Bunun yanında bir de dergilerle ulaşma sorunu vardı ki, hala da devam ediyor. Bunun sonradan değişeceine inanıyorum elbette.Kısaca böyle toparlayabilirim yaşanılanları. Belki çok kolay değildi ancak orada olmak hayatımda yaptığım en güzel tercihtir. Bu arada, sevgili genç arkadaşlarıma, şiir gönüllü olmayı gerektirir, onu seviyor ve katlanmayı göğüslüyorsanız bir yerden başlayın derim. Ötesi zaman kaybıdır çünkü.

Şür geleneğimize baktığımızda erkek şairlerin çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Bu durumu ataerkil geleneğe yaslanmış bir yaşantının uzantısı olarak değerlendirebilir miyiz. Sen ne dersin?

Modern bir yaşamın içinde olsak da biz gelenekleriyle yaşayan erkek egemen bir toplumun bireyleriyiz ve hatta bireyliklerinizi tartışma şansımız yörelerimize göre de değişir. Böyle bir kültürden gelip ondan etkilenmemek olası değil. Geleneğe karşı mıyım kişinin bireysel gelişimini engelliyor ve güdümlü bir yaşam biçimini dayatıyorsa karşıyım. Ancak ütopik olmaya da gerek yok. Yerine yenisini koymadığınız sürece bu anlayış hep devam edecektir. Kadınlar ki bu olumsuzluklardan en çok etkilenenlerdir. Buyurgan, engelleyici, tıkayıcı olan bu egemen duygunun hızla üstü törpülenmekte, bundan sonra içindeki incelikler farkına varıldığında ön yargı yerini, daha yaşayan yeni başlangıçlara bırakacaktır. Ve ben inanıyorum ki hemcinslerim kadar eril dostlarım da katkı sağlayacaktır bu sürece. V. Woolf un; “savaşlar ve faşizim, erkek egemen bir anlayıştan dolayı vardır “demesine karşın... Kaldı ki geçmiş yy'dan başlayarak sadece gelenek değil bir sistem sorunu da yaşayan kadınlar/ erkekler açıktan bedel ödediler ( Pir Sultan Abdal, Nesimi... gibi). Ve kendini mahlaslarıyla gizleyen kadınlar, divanın tüm ağırlığını hisseden kadınlar. Artık 21.yy'da şiirin, şairin ve yaşamın açmaz(lar)nı tartışmak gerekli. Çünkü bir ortaklığın devamı için şiir ve onun öznesi gereklidir.Eril ve dişil cinsiyetlerin birlikteliği gereklidir. Sanat dalı içinde var olmayı bireyin yakalamış olduğu bir ayrıcalık olarak düşünürsek, bu ayrıcalığın (toplumsal düzeyde) yaşam pratiğine nasıl yatısıtıldığı önemlidir. Ama ondan önce bireysel arınmalarımızı gerçekleştinneliyiz.
Bir kitabın öznesi olmak önemli ancak, ben kendisınden ötekine, ötekinden bana dönebiliyorsam, bir dönüşüm baştatabiliyorsam başarılı hissediyorum kendimi. Herkes için olmayabilir ancak beni anlatan en doğru yaşam biçimi bu.


Peki bunu biraz daha açalım.Son günlerde bu konu edebiyat kamuoyunda sık sık masaya yatırıldı. Bu tartışmaya bir yazınla sen de katıldın. Şairin eril ya da dişil olma durumu.Yani şairin cinsiyeti. Hatta cinsel tercihin şiire olan yansıması. Şiirin de cinsel bir tercihi olmalı mı?

Ayten Mutlu'nun bir yazısında, Shelley şöyle diyordu; içinizde olmayan şiiri, hiçbir yerde bulamazsınız. Nedir bu kadın şair, erkek şair takıntısı. İçimizde olan şiiri kim yazıyor. Herkes kendine konuk olanı, kendi payına düşeni ağırlıryor. Besleniyor, besliyor ve yazıyor. Ve kendi arayışının / çıkışının sözcüsü oluyor. Ve başkalarının. Bahsettiğin yazımda belirttiğim gibi ` şair bir araçtır şiir için, kendi içindekine dokunarak başarır bunu. Onun için ne kadar süreceği belli olmayan bu bekleyiş de; tüm erkek şairler dişil, kadın şairler de erildir. Şiirde cinsel farklılık değil söylem farklılığı vardır. Biçim vardır, biçem vardır, tematik aktarım, anlam ve sözcükler vardır. Bunların hepsi şiirin iç sesi içindir. Diğer bir deyişle şiir şairin aynasıdır. Bunların her biri evrensel bir şiiri yakalayabilmek içindir bunu hepimiz biliyoruz, o halde egomuzu farklı dillendirmenin geçerli sebebi var mı?. Geleneksel yapının değiştirilmesinden söz eden şairler için bu tür bir çelişkinin yanıltıcı olacağı kanısındayım. Eğer gerçekten egomuzu özgürleştirmek istiyorsak.
Diğer bir konu bu ülke de cinsel tercihini farklı kullanan şairlerimiz de var, yazarlarımız da. Onlara da ayrı bir kulvar mı açmalıyız. Bu mentalite kendini çürütmüştür, miadını doldurmuştur artık. Şiirin cinsel bir tercihi olmalı mı hiç düşünmedim.

Şiirle iktidar arasındaki ilişkiyi sorgularken bir yazında "şiir iktidarda kendine yer açmalı" diyorsun. Oysa şiir geleneğimizde ki genel eylemin şiirin bir muhalefet söylemi olduğu doğrultusunda. Senin bu söylemin yeni bir söylem. Ya da ben ilk kez duyuyorum. Beni aydınlatabilir misin. Şürde iktidara yer gösterirken ne demek istiyorsun?

Kum dergisinde yayınlanan bir yazıdır o. Bir hayli tepki geldi bu konuda, yazıdan bir bölüm aktararak denilmek isteneni bir kez daha yineleyeyim.' yüzyıllarca örgütleyici yanından, kendini fark ettirme özelliğinden korkulmuş, bu yüzden dışlanmaya çalışılmıştı şair ve şiir. Eğer bir işlevi ve bir karşılığı yoksa neden zorlu bir süreç yaşadı şair ve şiir? Duruş anlamında şiirin ve şairin (değişim ve dönüşümü vs ) sağlayacakları adına önde durması bir gerekliliktir' Şiirin bir işlevi olduğunu düşünüyorum ve onu karşısında canlı bir varlık olarak algılıyorum. Çünkü şairin iktidar karşısında ki tek silahı sözcüklerdir, onların örgütlenişidir. Öte yandan bu gereklik yerine getirilirken sadece muhalif yanı değil, eylem yanının da ön planda olması gerekir. Bu duruş sağlanırken de karşı durduğu güç kadar bir gücü olmalıdır. Şiirin iktidar sahası burada anlam buluyor. Sadece sesli düşünüyoruın ve şunu soruyorum: `Muhalif yanıyla da olsa şiir bir savaş verirken, kazanımı için eşit şartlarda olması gerekmiyor mu?' Siir hep kaybeden miydi yoksa. Şiire iktidarda yer gösternmiyorum bilakis o zaten iktidarm içinde. Karşısında ve kendini yıkarak karşılık buluyor. Kendini yıkan bir anlayıştan elbette daha fazlası beklenecektir...Siz şiire görev ve sorumluluk yüklemiyorsunuz, ben de yüklemiyorum ama onun bir misyonu var zaten, iktidaı-la savaşan kimliği bir gücün de simgesini oluşturacaktır zamanla.

Sevgili Aydanur uzun yıllar Ankara'da yaşadığını biliyorum. Şimdi Kırşehir'desin. Taşrada olmak nasıl bir duygu. Şiirini olumlu ya da olumsuz anlamda ne ölçüde etkiledi?

Evet taşrada olmak... Kırşehir'e taşınma konusunu sekiz ay geciktirdiğimi söylemeliyim öncelikle.
Çünkü o dönem bende inanılmaz bir panik gelişti, ya şiir çalışamasam korkusu. Ankara'dan uzaklaşmanın bir geriye çekilme olduğunu düşünerek geçirdim bu sekiz ayı.Sonra bir gün taşrada olmanın da bir güzelliği, iyi bir tarafı olacağı kararına vardım. Ya da kendime ve şiirime inandım. (İnanmasaydım belki de şiirim bitebilirdi). Ilk başladığım noktanın ne kadar ilerisinde olduğumu görecek kadar da bunun yararını gördüm. Çünkü taşrada olmak hep bir şeylerin uzağına düşmek olsa da, siz varsınız, sizin gerçekleştirebilecekleriniz; kitaplarınız, kaynaklannız, yeni dostlarınız, gidişler-dönüşler, bir ötekinin hayatınıza kattığı anlam ve bu karmaşa içinde hayatın size sundukları, dönüştürdükieriniz....vs. vs. Kendinize olan bir yolculuk biraz da bu serüveni renkli kılan. Bir dostum `her yolculuk bir öyküdür' demişti bir mektubunda. Kimlerle oldugumuzu sorgulasak da sorgulamasak da, önemli olan o öykünün bir parçası olmak . Elbette tutunduğumuz şeyle. Benim için bu şiir, sevgili eşim ve ailemdir. Zor yanları var elbette, sorunun şehirlerle değil insanlarla olduğunu kavrayacak kadar deneyim sahibiyim. Bir şeki1de hayatı dengeleme çabası içindeyken, şiirim ve ben her şeye rağmen hafıf sıyrıklarla biz olmaya çalışıyoruz. Sanılmasın ki taşra eskisi gibi masum. Artık sıkıştırılmış kentlerdir oralar, bütün mesele zihniyette. Taşralar büyük şehirlerin arka bahçesi. Buna rağmen şiir hayatın içinde her daim olacak.

"Sonra güller kırmızı" kitabının üzerine konuşalım istersen." Çokça ağrılarımız / çokça yaralarımıza basilan tütün / en ağrısız haliyle/ en çirkin/ üfleyen rüzgarla büyü kalbim/ (d) üşüyor kederler / kar örtmüyor esmerliğini" Bu dizelerde ki iç konuşmalarında günümüz yapısını irdeliyor ve bireyin sosyal yaşamda bulunduğu yeri sorgularken de acıya ve kedere gömülmüş bir tablo koyuyorsun önümüze. Ama bir yandan da" büyü ey kalbim bilmeden büyü/ sevmemekle başlıyor her şey" diyorsun. Burada sevginin yeni tarifınin yapıldığı bir aforizma var. Bu nasıl bir sevgidir.

Sosyal yaşama taşra bakışının bir yansımasıdır kar taneleri. Bir sesli düşünüştür. Şiirde dikkati çeken iki öge vardır. Biri öznenin kendisine didaktik yaklaşımı, ikincisi tanıklık ve tezatlık oluşturmasıdır. Yaşamda en iyi şeyler sevmekle başlayabiliyorsa tam tersini de düşünmek gerekiyor. Sevmemekle de başlayabilir çok şey. Bunu bilmeden büyümek diğer bir önermedir.Bu anlamda aforizma kabul etmeniz mümkün. Dizedeki kalbim bir çocuktur ya da onun yerine siz neyi koyuyorsanız odur. Ve özneye sevmemenin olası sonuçlarına yapılan bir uyarıdır. Tersten bir yorumlamadır hayatı. Sevgiye yeni bir tanımlama getirmek yerine, tezatlık oluşturularak yapılan bir gönderme vardır demek daha doğru olur.

Bireyin kendine ve topluma yabancılaşma sürecinin yaşandığı günümüzü senin şu dizelerin çok güzel tarif ediyor." O yüzden öznesiz şiirler yazdık ağrılı sivilceler çağında" burada günümüz şairleri adına bir özeleştiri yaptığını düşünüyorum. Kendi yaşamının bile öznesi olamayan bir şairin söyleyeceği neyi olabilir ki? Buradan günümüz şiirinin yaşamı yansıtmadığı sonucuna varılabilir mi?


Kendi yaşamının öznesi olamayan nice insan var. Ama söyleyecek sözleri de var sevgili Selami.İnsanlar yaptığı ve başarabildiği kadarını yaşıyor.Ya da düşündüğümüz ve yaşadığımız kadarıyla var oluyoruz. Toplumsal bir varlık olduğumuzu unutmadan yaşamak önemli olan. Olmamız gerektiği yerde, ne kadarız ve nasıl varız noktasından sorgulamaya başlanmalı. Özne olma durumu insanın sadece kendine giden yolu açmamalı, başkalannın öznesi olabilmekte önemsenmelidir. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum. Kendimi yararlı hissettiğim sürece mutlu oluyorum çünkü. Hiçbirimiz aziz değiliz ancak görmek için bakmak gerektiği unutulmamalıdır...Kendine dönüş, yalnızlık sürecinde gerçekleşiyorsa kendimizle olan mesafeyi bir miktar daha kısaltabiliriz, bu işe de yarar kuşkusuz. Başkasına giden yolu daha anlamlandırabiliriz. Ama herkesin kendi gerçeği olduğu düşüncesinden yola çıkarsak çok renkli şiirin olması da şaşırtıcı değil pek tabii ki. Günümüz şiiri tam da bu noktada şairinin gerçeğini yansıtmaktadır. Bu da yaşama dair bir şeydir zaten.

“kalbinize uğruyor kalbiın" dizen, şiirin insanlara ulaşabilmek için kullanabilecekleri en kestirme yo1 olduğunu söylediğini düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Senin için şiirin tarifı bu mu?

Sanırım şiirin ihtiyaç duyulduğu noktaları belirleınekle ilgili sorduğun. Artık dizeler cep telefonlarında mesaj olarak kullanılıyor... Bahsettiğin böyle bir şeyse endişelenmek gerekiyor mu bilmiyorum. Umuyorum ki geçici bir durumdur. Gelecek kavramımn kimde nasil şekil bulacağını kestirmek zor. Yarın bu çoğunluğun aynı yerde olup olup olmayacağı önemli. Her şairin kendi şiir tanımı vardır derler. Ben ise anladığımı paylaşmak isterim. Şiir genel olarak özneden başlayarak ötekine giden ve yeni duyarlılıklar oluşturan bir iletidir. Ötekinden gelen iletinin de bende bunu gerçekleştirınesini beklerim doğal olarak. Ama şiir özel de benim kendimi gerçekleştirdiğim ve nefeslendiğim sahici bir alandır.

Son olarak bütün şairlerin yaşadığı ortak bir sorun üzerinde konuşmak istiyorum. Yazılanan ürünlerin kitaplaşma sorunu. Yani bir şairin okuyucusuna ulaşabilme sorunu. Sen de bu sıkıntıyı yaşadın mı? Yaşadınsa nasıl aştın? Bu sorunu yaşayan şairlere bir öneri getirebilir misin?

Kitaplı olmayı; bir şairin varolma bilincinin eyleme dönüştürülmesi olarak algılıyorum. Nedenine gelince; biçimsel ve içerik açısından kitabın kazanacağı boyut, dergilerde yer almanın ötesinde bir sorumluluk getiriyor. Durmamız gereken yerin araladığınız pencere olmayacağını kavrıyor ve değerlendirebilirseniz kendinize yeni bir kapı açmanız gerekliliğine kadar varıyor. Bu o kitabın öznesini endişelendirdiği gibi heyecanlandırıyor da. Hemen belirtmeliyim okuyucuya ulaşma sorunu salt kitapla hallolmuyor, bu serüveni etkileyen dört önemli neden sıralayabilirim: reklam, dağıtım, kitapevlerinde şiirin yerini bulması ve buluşmalar. Okuyucuya ulaşma sorununu kitaptan önce şiirlerinizle dergilerde, dinletilere çıkarak, söyleşilerde bulunarak aşabilirsiniz belki, ancak kitap olayında iş degişiyor. Emeğinizin karşılığını maddi olarak alamıyor olsanızda, gerekli yerlerden destek görmeyi bekliyorsunuz. Kitap sonrası söyleşiler, imza günleri, vs. Bunların hepsi yolunda gitse bile, biz şiirle buluşurken okuyucunun talebini de önemsemek gerekiyor. Her şairin bir okuyııcusu vardır bakışının bir genelleme olduğunu, içinde bulunduğumuz noktada gerçekçi durmadığını söylemeliyim. Bilinen ve isim yapmış şairlerin dışında çok okunduğumuzu da düşünmüyorum açıkçası. Bu anlamda “erkini ispatlamamış” bir şarin (!) okuyucu oluşturma gayreti ve sabrı biraz daha uzun da sürebilir.. Buradaki erk iktidaı- anlamında değil şiirin niteliği açısından kullanılmıştır. Kaldı ki var olan şiirler arası biı- çatışma değil, şairler arası bir çatşmadır, söz öbeklerinin buluştuğu noktada....Bu tablo genç arkadaşları korkutsun diye değil, daha fazla ısrarcı olmalarını sağlasın diye çizilmiştir.. Bir öneri getirebilir miyim? Elbette hazırlık aşamasında iyi bir ekiple çalışmak ve ekibin birbirine olan güveni önemlidir. Dosya incelemedeki tarafsızlıkları. Biz bir ekip anlayışıyla gerçekleştirdik bunu. Özellikle ekonomik sorunlar kendi aramızda kurmuş olduğumuz fonla aşıldı ve kitaplarımızı o sayede çıkarabildik.Umut Çetin, Refıka Altıkulaç,Özcan Öztürk, ben.

Unutmadan Kum Yayınevi’nin (Aydın Şimşek) şiirimize olan yaklaşımını ve desteğini de belirtmem gerekiyor. Hepimiz için gelecek ne getirecek bu birazda bize bağlı. Sevgili Selami sen de şairsin, bilirsin her şeyde olduğu gibi şiirde de çalışmanın önemi büyük, fakat ilerlemek için çevresel faktörlerde etkili...Teşekkür ederim.
Zaman ayırdığın için ben çok teşekkür ederim. Seninle birlikte dîğer arkadaşlarında yolu açık olsun.

2004-
Damar Dergisi