N.Ç olayı üzerinden çok geçmedi.Haberle sarsıldık, çok öfkelendik, acıdık, yüzümüz kızardı… Bir dizi isim listesi sunuldu medyaya çok şaşırdık. Çünkü bölgenin eğitimcileri de içinde olmak üzere akıl yoksunu insanlar vardı. Uzun süre örtbas edilen olay hakkında genç kızımız mücadele etme gücü bulduğunda konuşmaya başlamıştı. Elbette o çok haklıydı. Bu durumun çok sancılı bir süreci vardı ve uygulanan yöntem doğruydu. Allahtan N.Ç'nin daha farklı bir çarkın içine sürüklenmediğini biliyoruz.
Toplum olarak cinselliğe aç insanlar
yetiştiriyoruz. Çünkü konu konuşulamayacak kadar hassas ve de kapalı bir konu.
Daha çocukken kendi olağan değişimlerine anlam veremeyen çocuklar- istisnalar
dışında- bu duyguyla büyüyorlar, bu eksikliği farklı noktalarda gideriyorlar.
Kırsalda yetişen birey de, şehir de yetişen birey de pek farklı değil
birbirinden, her ikisi de tabularıyla yaşayan aileler de büyümüş
bireyler. Bilgilendirilmemiş, eğitilmemiş ve de konuşulmamış her türlü
konu merak uyandırdığı gibi bu merakı daha fazlasıyla giderme ihtiyacını
da doğurur. Sonuç taziz, olmadı tecavüz, olmadı...!
Tüm hanımlar bir şekilde
tacizle karşılaşmıştır. Bu kadarı bile derinden sarsmaya yetmiştir onu.
Tecavüzün getireceği kırılmanın, dağılmanın altından kalkmak bir hayli zor
olacaktır. Düşünecek vakti olmayan gazete patronlarının üçüncü sayfa
haberlerinde yer verdikleri ne olayları yaşıyor hanımlar. Evlilik dışı
gebeliğinden dolayı, istenmeyen evliliği yüzünden, ailesinden destek göremeyen
ve sokağa atılan genç hanımlar gerçek hayatın içinde tuzaklarla
karşılaşıyor. Sadece bununla da sınırlı değil, ekonomik nedenlerle sıkıntı
yaşayan ve devlet tarafından yalnız bırakılan kadınlar, her gün birçok kadının
hayatı bu nedenlerle kâbusa döndürülmekte. Kendi istekleri dışında bir
hayatı yaşamaya zorlandıkları gibi istemedikleri bir cenini -yaşam hakkı olsa
da- doğurmak zorundalar. Bir anlam da bu
da o bireyin tercih haklarını daraltmaktır. Ve siz isteseniz de istemeseniz de
küretaj bu insanlar için bir seçenek olarak gözükecektir. Tüm yaşanan
olumsuzluklara rağmen üç yol belki de bu kişileri rahatlatabilir, biri uzun
süreli psikoterapi, diğeri ekonomik anlamda kişinin özgürleştirilmesi- iş
imkânı vs.- bir diğeri yaşadığı travmaya ilişkin hukuksal boyutun çözülmesi.
Eski
Yeşilçam Filmleri’nde rastlanılırdı; tercih edilmediği ya da çok
hoşlandığı için köy ağası köyün genç kızına/dul ya da yalnız kadınına taciz
ya da tecavüz ederdi veya başka bir filmde gariban bir genç kız, zengin şımarık
genç tarafından tuzağa düşürülürdü. Her ikisini de izlerken
öfkelenmiş bile olsak film bittikten sonra – evet böyle gerçekler var-
dedirttiği ve düşündürdüğü için affedebilirdik. Ama onca insanın canını
yakanları affetmek için nasıl bir neden bulmak gerekiyor. Akıl sağlıklarından
mı şüphe edelim, zavallılıklarını öne çıkarak acıyalım mı? Bunlar bizi keser mi
kesmez elbette. Kesmez de toplum olarak yaşanan olaylara karşı kısa
süreli bir hassasiyet gösteriyor ve sonra unutuyoruz. Aynı olayı kendi
çocukları-eşleri yaşamayacakmış gibi. Travma hemen kapı önüne konuyor sonra
uzaktan bakmaya devam ediyoruz. Olayı yaşayan kişinin psikolojisi unutuluyor,
toplumdaki yeri unutuluyor, ailenin var olan soruna karşı tavır ve
davranışlarına iyi niyetli yaklaşım unutuluyor, eşin yalnızlığı, kırgınlığı
unutuluyor, sorun –oldu bir kere denilecek kadar basit – çözümle bitiriliyor.
Ve elbette ailenin olaylar karşısındaki tutumu çok önemli, misal İlgili
kişi sokağa çıkarılmıyor, ilişkileri kısıtlanıyor, aile içi iletişim cezaya
dönüştürülebiliyor ve ardından gelen değersizleştirmeler de cabası…. Anlamlandırmak
istiyoruz, bağışlamak istiyoruz ama hayır bağışlamayı böylesine
kolaylaştırmayalım lütfen.
Medyada, gazetelerde vb iletişim
kanallarında konuşulan/yazılan bu konu tüm çerçevesi ile tartışılmıyor ne yazık
ki. Ama bu anlamda okuma yapmak istediğinizde birçok bilgi karşınıza çıkacaktır
kuşkusuz. Ancak bunlardan biri İHD'nin yapmış olduğu araştırmadır ki, okunmalı
ve de el altında bulundurulmalıdır.
"2011 yılı ilk 8 ayı içerisinde
Türkiye’de yasanan, kadına yönelik hak ihlalleri verilerine göre,her 100
kadından 16′sı cinsel siddete uğramaktadır. Yine bu verilere göre, 15 kadından
5′iesi veya birlikte olduğu kisiler (sevgili veya seks isçiliğinde beraber
olduğu kisi) tarafından fiziksel siddete uğramaktadır. Ayrıca, kadınların %
55′i duygusal siddete, % 18′i birlikteolduğu kisi ve kisilerin ekonomik
siddetine maruz kalmaktadır. Türkiye genelinde 17 yasından sonra yaklasık her
15 kadından 1′i yakın iliskide olduğu kisiler tarafından fiziksel siddete, her
19 kadından 1′i gebelikte fiziksel siddete maruz bırakılmıstır. 17 yasından önce
cinsel istismarın oranı ise % 6′dır.Arastırmamızın en çarpıcı sonucu ise,
fiziksel ve cinsel siddet yasamıs kadınların yüzde 88 ’i, ne yakın
çevresine, ne sivil toplum örgütüne, ne de devlet kuruluslarından birine
basvurmustur"
Şimdi haberlerde ülkenin Başbakanı “küretaj
bir Uluderedir” diyor, sezeryanın istismarından bahsediyor. Sağlık Bakanı
tecavüz sonucu gebe kalanların bebeklerine devlet olarak bakarız anlamına gelen
benzer cümleleri kuruyor. Kaldı ki küretaj ve sezeryan konusunun kontrol altına
alınması doktorların kararlarına sıkı bir müdahaledir. Eğer bu tür istismarlar
yaşanıyorsa hekimlerden oluşan bir konsey de koşullar yeniden
değerlendirilebilir. Bu görüşler -dinsel kaygılarla- yanlış yerden
tartışılıyor. Birincisi, tecavüz meşru kılınıyor farkında olunmadan,
diğeri “günah” şiarından yola çıkılarak yüzlerce çocuk –güvenli olmayan
ortamlarda, geleceği elinden alınmış bir şekilde – büyütülmek isteniyor. Ve bir
diğer sıkıntı merkeze uzak yerlerde kadınlar hamileliklerini ilkel yöntemlerle
sonlandırmaya çalışacaklardır ki bunun olabilecek sonuçlarını düşünmek bile
istemezsiniz.
Tam da bu noktada -konunun ciddiyeti açısından-
yapılan istatistiği bir kez daha okumak gerektiğinin ve "fiziksel ve
cinsel siddet yasamıs kadınların yüzde 88 ’i, ne yakın çevresine, ne
sivil toplum örgütüne, ne de devlet kuruluslarından birine basvurmustur"
cümlesinin altını çizmek isterim ve belirtmeliyim ki cinsel tacizlerin büyük
oranını ensest ilişkiler oluşturmaktadır. Ve bununla birlikte
birileri çıkıp da sormaz mı bu beylere: Devlet için ensest çocuklar
yetiştirmek kabul edilebilir bir şey midir? Sokak çocuklarının ne kadarı
kurtuldu, şiddete maruz kalan kadınların kaçta kaçını ölümden kurtardınız. Töre
cinayetlerinin kaçta kaçını engelleyebildiniz. AIDS hastalarını kafasında
değersizleştirip, korunmaya gerek duymadan altın bulmuş gibi saldıran
erkeklerin kaçta kaçını eğitebildiniz, imamların, kaçını açık fikirli
yetiştirip de korunmanın bilinci konusunda eğitime hazırladınız, Aile
planlaması konusunda baş koyan Ana çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri
neden azaltıldı/kapatıldı… Devam eden sorularınızı çoğaltın lütfen.
Elbette tüm bu tartışmalara, şamatalara rağmen
yanlış tartışılan yeri başa alarak cümleyi yeniden kurmak gerekiyor. Özellikle
küretaj için bunun bir cinayet olduğu yerine –öyle olsa bile–kararın kişilere
bırakılması gerekir ve karar ne olursa olsun maddi anlamda devlet güvencesinde
olacakları söylenebilmelidir pekâlâ. Sizi bundan alıkoyan nedir peki. Dinsel
inançlarınız değilse vicdanınız mıdır? O halde- cinselliğin bir
tabu olduğu ve elbette korunmanın ciddiye alınmadığı bir toplumda gebe
kalacak kızların, kadınların sayısı epeyce aratacak. Vicdanınız bu çarpık
doğurganlığın yaratacağı sonuçlar karşısında sızlamayacak mı? Yukarıda
anlatılanlar gelişmekte olan bir ülkenin sadece sosyal gerçeğidir ve
küretajla neden sonuç ilişkisi açısından çok iç içedir.
Bir toplumun sosyal ve toplumsal yapısında olumlu
bir şey yaratmak istiyorsanız vereceğiniz kararlar tüm insanların ihtiyaçlarını
karşılamalı. Bu benim ülkem de neden yapılmıyor da kolay olan ve de pirim
getirecek bir konu tartışmaya açılıyor. Birçoğumuz farkındayız neler olup
bittiğinin, nelerin çarşaf altın atılmaya çalışıldığının, sosyal algının
hiçleştirilerek, düşünemeyen/beyinsiz bir gençlik, yetişkin denemeyecek kadar
zayıf kalkalar yetiştirildiğinin. Din/dinci gençlik de bunun bir parçası
elbette. Oysa bu ülke için en güzel yatırım iyi insan, erdemli insan
yetiştirmek olmalıdır. Ama hayır! Amaç başka! Yıllar önce belirlenen hedefler
her anlamada takip edilmekte ve projelerin sonuca vardırılması için izlenen her
yolun önü açılmaktadır. Çünkü sistematik bir değişim yeni yaşam formlarını
dayatacak, halk yavaş yavaş o forma göre şekil aldırılacak. Yeni bir toplum,
yeni ilkeler, yeni yasalarla inşa tamamlanmış olacak…
Hırsın bu kadarını açıklayacak bir tanımınız var
mı ya da beni yeniden kodlayacak?