1 Kasım 2013 Cuma

Cennet Bilek ve okur ilişkisi üzerine…

Cennet Bilek adını öncelikle, biyografik anı romanı olan “Silvan’da Ağıt” la ve derleme çalışması olan, aramızdan ayrılmak zorunda bırakılan devrimcilere bir saygı kitabı olan “Her Zaman Yaşamak”la  duyduk, daha sonra bir  yurtsuzluk ve de göç hikayesini konu alan romanı  “Babil’ de Sürgün”le  ve sonra bu romanın bir devam niteliğinde okunabilecek olan ya da ondan bağımsız da okunabilecek romanı “Kabil’in Gölgesi” ile, yine biyografik roman olan  “Bektaş’ın Sırrı” ile, tüm yazılarını topladığı “Aşk Anarşisttir”le tanıdık. Ve her bir romanı iyi bir okuyucu kitlesi ile buluştu. Bir yazar için kuşkusuz önemsenecek bir durumdur bu.
Böyle bir cümle kurmuşken, yazarın okuyucuları tarafından sevilmesini neye bağlamak gerekir diye de sormak istiyorum kendime. Elbette bunu Cennet Bilek’le ilişkilendirerek sorgulamak isterim. Yazarın ilk kitabı olan “Silvan’da Ağıt” ı okumak gerekli yazara ait bir fikir oluşturmak için. Çünkü aynı ülke içinde yaşayıp, bilmediği bir kültürün içinde, bilmediği bir dille eş, kadın, toplum içinde birey olmanın zorlukları burada başlıyor. Ve yaşamın, siyasetin, ideolojinin insan kıyımına gelip dayandığı bir çemberde birey olmak hem çok usandırıcı hem de vazgeçmeyi gerektiren bir nedendir. Ama inanıyorsanız, tüm trajedilere rağmen “hâlâ varım” diyorsanız yarın için de bir umut vardır demektir. Cennet Bilek bu umudu hem taşımış, kardeşliğin, barışın, sevginin geleceği inşa edeceğine inanmış. Yok olmayı anlamlandıramamış ama bilmiş böyle bir şey var. Ve onu yazmaya iten de bu inanmışlığın yarattığı sezgiselliktir.
Bir birey olmanın ötesinde sosyal yaşam içerisinde ona yüklenen sorumluluk, temsil hakkı bir aydın olarak yaşadığı toplumdaki olaylara karşı duruşunu da belirlemiştir. Koşullarını zorlayan, akıl sınırlarını aşan bunca toplumsal trajedi karşısında varoluşunu belirleyen yine insan oluşudur. Yürekli bir duruş sağlayışıdır.
Bu nedenledir ki, ilk romanı ile başlayan yazma serüveni içerisinde yayınladığı diğer romanları, gerçek anlamda hayata bakışını, düşünsel dünyasını, giderek yozlaşan ve bitirilen bir dünyanın hüznünü, uzaklaşmaları, ötekileştirilmeleri, aşkları, umutsuz aşkları anlatan eserlerdir. Ki bunların hiç biri yeni moda bir değişiklik değildir, insanın var oluşundan bu tarafa devam eden bir trajediyi de içinde barındırır. Ve doğal olarak da yazarın malzemesi olmaya devam edecektir.
Aşk Anarşisttir yazılarına bir göz gezdirdiğinizde, feminist bir ruhu hissetmeniz normaldir. Bir anarşist gibi itiraz eden, yok sayılmalarda safını belirleyen, bir kadın olarak var oluşunu değerli kılan ve karşınızda doğruları, inandıklarını işaret etme hakkını kullanan bir yazarı görmeniz de size garip gelmemelidir. Çünkü yaşadığı ülkenin sorunlarına, dayatmalarına söz söyleme hakkını görmek gereklidir. Yazar yukarıda bahsettiğim tüm eserleriyle bunu pekâlâ gerçekleştirmektedir. Yukarıdaki soruma bir yanıt vermem gerekirse bahsedilen bu ortak geçmiş, yaşanmışlıklar, kendini ötekinin yerine koyma, bu koyuştaki samimiyet okuyucuyla buluşunca, onların hayatlarını anlatınca, açık seçik bir dil kullanınca okuyucu yazarını seviyor, yazdıklarına da ulaşma isteği duyuyor.
Cennet Bilek’i romanlarıyla tanıdık demiştim yazımın girişinde, şimdi bahsedeceğim yeni kitabını da o listeye memnuniyetle eklemek istiyorum. Söylemeye çalıştığım, Sınırsız Yayınları’ndan çıkan “Geçtiğin Yollar Benim” şiir kitabıdır. Elbette diğer romanlarına konu olan bireysel yaşam biçimleri ve toplumsal olaylar, aşklar, terk edilişler, ölüm korkusu, ötekinin açtığı yaralar, kendi yaralarımız vb. şiirlerinin de konusu, yazar mitolojik öğeleri kullanarak sorgulamalarını bunun üzerinden yapıyor. Belki de kitabın geneline yayılmış bu mitolojiye yaslanma hali ilginç bir şiir kitabını da ortaya çıkarmış oldu, zira mitolojik dağarcığınıza yeni isimler eklemeyi gerektiren türden bir okuma yapmanız gerekecek. Şiirleri okurken çeviri şiiri tadını hissettiren bir doğal söyleyişi görüyorum. Roman dilinin olanakları bu rahat söylemi kolaylaştırmış olmalı. Duyguyu karşı tarafa geçiren, hissettiren, düşündüren şiirler okuyorum bu kitapta ve bakıyorum Cennet Bilek’in o hümanist yanı sadece romanlarına değil şiirlerine de yansımış. Bu duyguyu çok iyi irdeleyen  “babamın eli”, şiirinden alıntı yapmak istiyorum; eli havadayken ölmeliydi babam, evin en karanlık ruhuydu, kaşları titrediğinde zebaniler geçerdi, tanrının suretiydi babam… Baba sadece “beni” yaratan değildir, erdir, kardeştir… Koşullanmayı ifade eder, kuralı, gücü. Her şeyi temellendiren benlik gücüdür, öncelikleridir bireyin. Ve bu kuşatılmışlık içindeki güç erkek olmaktır. Yazar baba figürü ile ilişkilerdeki en olumsuzu anlatmıştır belki de, kenar mahalledeki, varoşlardaki, kentteki, köydeki baba modelini, er modelini, kardeş modelini.

Hayat biraz da başkasına benzemek değil midir? Başka ben yaratma uğraşı. Ben kalma savaşı! Sevgili okuyucular,  romanlar ve şiirler ve hayat! Hepsi sizin okumalarınızla değişecek, tüm iyi romanları, iyi şiirleri seviniz.

- Bu yazı Akköy Dergisi'nin 2013/78. sayısında yayınlanmıştır.



Celal İnal/  Kıvrılarak İçine Dön Söz ve Anlam:
Aydanur Saraç’ın “Mesafeler”i

1997 yılından itibaren farklı edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlanan Aydanur Saraç’ın 2003 yılında “sonra güller kırmızı” ile başlayan şiir serüveni şairin ikinci kitabı: “Mesafeler” ile devam ediyor.

Bir dönem tiyatroyla ilgilenen şair, aynı zamanda tutkuya dönüşen ilgiyle eski kapıları ve damlaları ölümsüz kılmak için fotoğraflamış.
Hayattan daha fazla yansımaları ile ilgili.
Boşluğu tasarımın ana ögelerinden sayanlardan. Kitabın epigrafı da bunun kanıtı: “en büyük yanılgıdır bir boşluğa inanmak / yine de inanır insan”.

Kitabın temel izleklerinden olan hüzün, ayrılık ve yalnızlık erotizm ile taçlanır. Mecazlara boğmadan eşyayı adıyla çağıranlardan Aydanur. Ayıp adlı şiirlerinde “arınsın günahtan dudakların diye, tüm yalanlarını bağışlayacak geceye / geceye bak çıkarmış dantelasını / mahrem yerimden öpüyor beni” (s.9) derken de sakınmaz sözlerini.
Hayat “göğüslerinden çekiştiren çocuğa” benzer. Unutabilmenin erdemine dikkat çeker aynı şiirinde:
“bu yara iyileşmez / sen unutmazsan eğer”.

Ayrılığın sesine rengine dikkat çeker.
Sabah yeli ile dalda eriyen çiğe, düşen damla ile yenilenen aşka dikkat çeker. (Satır, s.12)

“Akan kordur, sardunya
 , kokulu aşk” (İç, s.13)

“bir sırrı taşır gibi, geçerken ayak izlerinden” (İç, s.14)

sisli odalardan bakar hayata

“…geçer gibi yangının, bu acı, 
ellerinden kalan mühürse varsın kanasın içim” (İç, s.14)

içimizdeki nar için yeni masallar anlatanlardan…

Ayın eşiğinden geçip arsız rüzgârlarla boğuşarak kuruyor şiirini…

Düş evrenindeki her ev ancak hüzünlü bahçesiyle anılmaya değerdir onun için.

Şiirleri, çok yüzlü bir ayna tutar hayata, kayıtsız kalamayacağımız duyarlılıklara…

“…uzun bir yola bakar gibi… ustalık işidir yaşamak” (İnanç, s.20)

“…ki pas demeniz incelikler ânı,
 varım deseydi eliniz bu kumar hiç bitmeyecekti…” (mesafeler, s. 21)

“…en çok gündüzleri bakmalı suya,
 mesafeler dar sokak gibi uzamamalı…” (mesafeler, s. 21)

“… dilimin öpüşteki hissizliği bu yüzden…” (inkâr, s. 22)

Kadınlığın hizmete koşulan inceliklere indirgenmesine karşı çıkanlardan…

“…bilin ve sırrımı ilkel yanıma verin” diyor Bulutlu gece’de…
“içi çürüyen çınarın tözü”ne dikkat çekerek

Umudu her ne pahasına olursa olsun yitirmeyenlerden…
“bu yüzden içim bulutun yağmura, 
durmasıdır, bir taşın diğerine durmasıdır, 
bir böceğin diğerine,”

Hep bir yalnızlık izleğiyle anılacak olan “sahradan” (s.24) adlı şiirinde, gecenin gergefine takılmış kara bir elmas gibi yanan ateşe yüzünü dönenlerin şiirini yazıyor
Ona göre aslında başka baharlar ve yorgun sulara yapılan uzun bir yolculuktur şiir. Sözcüklerin günebakan gibi size dönen boyutunu, dizelerin iç dünyanıza yapılan kesintisiz yolculuğunun şiirini yazar.

“başka baharlara çıkmalısın
venüs tepesine çıkartmalısın, indirmelisin ıslak mevsimlere 
kendini, usul usul, 
bu sular yorulmalıdır artık” (içsel konuşmalar, s. 25) 

Karanlığın kendimize yaptığımız en yalın ve çıplak yolculuğa yol açtığını, sıcağı ve soğuğu da bu yüzden sevmemiz gerektiğini dile getiren bilge bir deyişle karşı karşıya kalırsınız:

“… parmak uçlarında oynaşan, 
serçeyi sevdi, sıcağı soğuğu sevdi 
ve dervişten öğrendi, 
karanlığı” (kış uykusu, s.28)

zaman hızla geçiyorken biriken suyun sadeliği kadar yalın bir hayatın izini sürenlerden:

“hızla geçiyor zaman, biriken suya benziyorum,
 savrulan kuma,” (giderken, s. 29)

“bitirilmiş bir çağ”ın sözcüsüdür, akıp giden hayatın… “…öznelerin önemi yok, yoruldum dindirmekten ağrımı bırak, içimde ne varsa taşsın bir yaprağın en olmadık kıvrımından sürmesi gibi…” “eski esriklik, s. 32)

Çalınmış harflerle yazılan öykülerin takipçisi.

“Frida için” adlı şiirinin şu dizeleri de kanıtlıyor ki en temel izleklerden biri olan çocukluk Aydanur için de onsuz olunamayan kaynaklardandır:

“… çocuk olmalıydım, döndüğümde
 bulmalıydım kendimi,”

Bütün anlatma çabalarına karşın gizemi yine de korur. “kendini saklayan içdeniz”dir, farkında olunmadan “içinden geçilen ayna”(nar için, s.40).

“İçinde bitmez bir kokunun”, yanlış zamanda açılan aldanmış, savunmasız erik çiçeklerinin sözcüsü. (anlam için, s. 41).

Sözcüğün bütün anlamlarıyla şiddeti öteki’ne değil de kendine yönelten insanların derin sabrına ve direnme gücüne dikkat çekiyor:
“… ne kadar vurabilir insan aynı
 
yerinden kendini…” (lâl ve şarap için, s.43)

Şiirlerinde yer yer aşk döner kırık bir siyaha… Dışa değil, içe dönük, içsel olanın derinliğine ve gizemine…

“…ancak bir orman
 gömer uğultusunu içine…” (öp için, s. 49)

Gürültünün değil sessizliğin yanında, sessizliğe bakmanın öğrenilebileceğine inananlardan… Zaman zaman içinden bir çölün tüm sertliği geçenlerden… kalp ağrısının sisi anımsattığı zamanlardan haberdar. Yüzünü yağmur sonrası avluların serinliğine dönenlerden… (aşk için, s. 52).

Doğanın onsuz olunamayan bir parçası gibi:
 
“… birikmiş suya 
benziyorum, tortulaşmış taşa…” (zaman için, s. 55)

“kilitlenmiş göğüs kafesi”yle hayata katılanlardan, “göğüs uçlarında kim bilir kaç parmak izi” (sen izi, s. 57) hatta “göz izi” (incinme için, s. 58).

Bazı yolculuklar bitsin istemezsiniz, bazı filmler sizi koltuğa yapıştırır, bazı tatlar damakta kalsın diye uzun sürer fasıl, adından itibaren öyküsüne birinci elden tanıklık ettiğim “mesafeler”i okuyup okutunuz…

Yitireceğiniz zamana değecek.


-Bu yazı Akköy Dergisi'nin 2013/ 78. sayısında yayınlanmıştır.