Cennet
Bilek ve okur ilişkisi üzerine…
Cennet Bilek adını
öncelikle, biyografik anı romanı olan “Silvan’da
Ağıt” la ve derleme çalışması olan, aramızdan ayrılmak zorunda bırakılan
devrimcilere bir saygı kitabı olan “Her
Zaman Yaşamak”la duyduk, daha sonra
bir yurtsuzluk ve de göç hikayesini konu
alan romanı “Babil’ de Sürgün”le ve
sonra bu romanın bir devam niteliğinde okunabilecek olan ya da ondan bağımsız
da okunabilecek romanı “Kabil’in
Gölgesi” ile, yine biyografik roman olan
“Bektaş’ın Sırrı” ile, tüm
yazılarını topladığı “Aşk Anarşisttir”le
tanıdık. Ve her bir romanı iyi bir okuyucu kitlesi ile buluştu. Bir yazar için
kuşkusuz önemsenecek bir durumdur bu.
Böyle bir cümle
kurmuşken, yazarın okuyucuları tarafından sevilmesini neye bağlamak gerekir
diye de sormak istiyorum kendime. Elbette bunu Cennet Bilek’le ilişkilendirerek
sorgulamak isterim. Yazarın ilk kitabı olan “Silvan’da Ağıt” ı okumak gerekli yazara ait bir fikir oluşturmak
için. Çünkü aynı ülke içinde yaşayıp, bilmediği bir kültürün içinde, bilmediği
bir dille eş, kadın, toplum içinde birey olmanın zorlukları burada başlıyor. Ve
yaşamın, siyasetin, ideolojinin insan kıyımına gelip dayandığı bir çemberde
birey olmak hem çok usandırıcı hem de vazgeçmeyi gerektiren bir nedendir. Ama inanıyorsanız,
tüm trajedilere rağmen “hâlâ varım” diyorsanız yarın için de bir umut vardır
demektir. Cennet Bilek bu umudu hem taşımış, kardeşliğin, barışın, sevginin geleceği
inşa edeceğine inanmış. Yok olmayı anlamlandıramamış ama bilmiş böyle bir şey
var. Ve onu yazmaya iten de bu inanmışlığın yarattığı sezgiselliktir.
Bir birey olmanın
ötesinde sosyal yaşam içerisinde ona yüklenen sorumluluk, temsil hakkı bir aydın
olarak yaşadığı toplumdaki olaylara karşı duruşunu da belirlemiştir. Koşullarını
zorlayan, akıl sınırlarını aşan bunca toplumsal trajedi karşısında varoluşunu
belirleyen yine insan oluşudur. Yürekli bir duruş sağlayışıdır.
Bu nedenledir ki, ilk
romanı ile başlayan yazma serüveni içerisinde yayınladığı diğer romanları, gerçek
anlamda hayata bakışını, düşünsel dünyasını, giderek yozlaşan ve bitirilen bir
dünyanın hüznünü, uzaklaşmaları, ötekileştirilmeleri, aşkları, umutsuz aşkları anlatan
eserlerdir. Ki bunların hiç biri yeni moda bir değişiklik değildir, insanın var
oluşundan bu tarafa devam eden bir trajediyi de içinde barındırır. Ve doğal
olarak da yazarın malzemesi olmaya devam edecektir.
Aşk
Anarşisttir yazılarına bir göz gezdirdiğinizde,
feminist bir ruhu hissetmeniz normaldir. Bir anarşist gibi itiraz eden, yok
sayılmalarda safını belirleyen, bir kadın olarak var oluşunu değerli kılan ve
karşınızda doğruları, inandıklarını işaret etme hakkını kullanan bir yazarı
görmeniz de size garip gelmemelidir. Çünkü yaşadığı ülkenin sorunlarına,
dayatmalarına söz söyleme hakkını görmek gereklidir. Yazar yukarıda bahsettiğim
tüm eserleriyle bunu pekâlâ gerçekleştirmektedir. Yukarıdaki soruma bir yanıt
vermem gerekirse bahsedilen bu ortak geçmiş, yaşanmışlıklar, kendini ötekinin
yerine koyma, bu koyuştaki samimiyet okuyucuyla buluşunca, onların hayatlarını
anlatınca, açık seçik bir dil kullanınca okuyucu yazarını seviyor, yazdıklarına
da ulaşma isteği duyuyor.
Cennet Bilek’i
romanlarıyla tanıdık demiştim yazımın girişinde, şimdi bahsedeceğim yeni
kitabını da o listeye memnuniyetle eklemek istiyorum. Söylemeye çalıştığım,
Sınırsız Yayınları’ndan çıkan “Geçtiğin
Yollar Benim” şiir kitabıdır. Elbette diğer romanlarına konu olan bireysel
yaşam biçimleri ve toplumsal olaylar, aşklar, terk edilişler, ölüm korkusu,
ötekinin açtığı yaralar, kendi yaralarımız vb. şiirlerinin de konusu, yazar
mitolojik öğeleri kullanarak sorgulamalarını bunun üzerinden yapıyor. Belki de
kitabın geneline yayılmış bu mitolojiye yaslanma hali ilginç bir şiir kitabını
da ortaya çıkarmış oldu, zira mitolojik dağarcığınıza yeni isimler eklemeyi
gerektiren türden bir okuma yapmanız gerekecek. Şiirleri okurken çeviri şiiri
tadını hissettiren bir doğal söyleyişi görüyorum. Roman dilinin olanakları bu
rahat söylemi kolaylaştırmış olmalı. Duyguyu karşı tarafa geçiren, hissettiren,
düşündüren şiirler okuyorum bu kitapta ve bakıyorum Cennet Bilek’in o hümanist
yanı sadece romanlarına değil şiirlerine de yansımış. Bu duyguyu çok iyi
irdeleyen “babamın eli”, şiirinden
alıntı yapmak istiyorum; eli havadayken
ölmeliydi babam, evin en karanlık ruhuydu, kaşları titrediğinde zebaniler
geçerdi, tanrının suretiydi babam… Baba sadece “beni” yaratan değildir,
erdir, kardeştir… Koşullanmayı ifade eder, kuralı, gücü. Her şeyi temellendiren
benlik gücüdür, öncelikleridir bireyin. Ve bu kuşatılmışlık içindeki güç erkek
olmaktır. Yazar baba figürü ile ilişkilerdeki en olumsuzu anlatmıştır belki de,
kenar mahalledeki, varoşlardaki, kentteki, köydeki baba modelini, er modelini,
kardeş modelini.
Hayat biraz da
başkasına benzemek değil midir? Başka ben yaratma uğraşı. Ben kalma savaşı!
Sevgili okuyucular, romanlar ve şiirler
ve hayat! Hepsi sizin okumalarınızla değişecek, tüm iyi romanları, iyi şiirleri
seviniz.
- Bu yazı Akköy Dergisi'nin 2013/78. sayısında yayınlanmıştır.