Elimdeki çalışmaya bakıyor ve müziğin
evrensel bir dilin temsilcisi olduğunu bir kez daha anlıyorum. Neden biri ya da
birileri çıkar da yedi yıl bir sesin peşinden gider ki. Bir kuyuya taş atmanın
dışında nedir bu gidiş? Reklamınız, arkanızda bir gücünüz yoksa ya da
geleneksel dilin dışında bir şeyler yapıyorsanız ne bekleyebilirsiniz bu
piyasadan? Elbette sanatçının sesinin gücü, yetkinliği özellikle besteleyen bir
sanatçının diğerlerinden öne çıkan özelliği –belki- bu süreci bir parça
kolaylaştırabilir ancak başka bir gerçek var ki; emeğin yanında finansmanın da
çok önemli olduğudur. Diğer türlüsü akıntıya kürek çekmek demek oluyor. Ve
bazen akıntıya doğru gitmek de gereklidir. Buna giden yolu belirleyen de
sanırım amaçlamak ve inanmak olmalı.
Şehriban Ebem, yüreği sesi kadar
gür, direngen, kendine inanan, ilkeli bir müzisyen. Onun için buna benzer
övgülere devam edilebilir elbette. Ve hak ettiğine emin de olabilirsiniz.
Kökleri sağlam bir aileden, bir kültürden geliyor. “İnsan kokusunu
hissetmediği” yerde durmayan önemli bir anlayışı da taşıyor benliğinde. En
büyük zenginliği de bu sanıyorum. Onu ilk kez Bartın Belediyesi sahnesinde
izlediğimde ne büyük bir sorumluluk taşıdığına tanık olmuştum. Sahne soğuktu, o
titreyerek konserini tamamlamıştı. Ve karşılığında ödülü sadece memnuniyet ve
teşekkürdü. Bu çok önemli elbette. Amatör düşünmek ve bu duyguyu hissederek
söylemek ama doğru söylemek. İyi bir iş her zaman karşı tarafa geçer, geç olsa
da yerini bulur.
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde
-okuma yaparken- anladım ki müzik, mitolojik bir tarihle ve öyküleriyle
hayatımıza giriyor. Hem insanı mutlandıran hem de tuzağa düşüren bir araç. Ve
kışkırtıcılığı, gizemi nedeni ile mitolojiden günümüze diğer sanat dallarından
farklı bir yere oturmuştur. Yrd.Doç.Dr. Recep Uslu’nun mitoloji müzik ilişkisi
içerisinde ele aldığı “Harry Potter'in Anka Kuşu Veya Müziğin
Anka Kuşu "Kaknüs" (Müzik Mitoloji İlişkisinden Bazı örnekler)” yazısından
-bu konuda çok fazla hikaye vardır aslında ama müziğin keşfi ve etkileyici
gücüne örnek olması açısından- sadece iki alıntıyla yetineceğim, şöyle
bahsedilir ilgili yazıda Doğu Mitolojisi’nden: ‘Hz. Süleyman'ın öğrencilerinden sayılan
Pisagor’a üç gece rüyasında bir nurani kişi, falan deniz kenarına git, orada
bir bilim bulacaksın’ demiş, “Pisagor gidip orada hiçbir şey bulamayıp geri
dönerken orada bulunan demircilerin çıkardıkları seslerden müziği icat
etmiştir” Pisagor ruhunu terbiye için uyguladığı riyazet metoduyla gezegenlerin
bulunduğu semaya kadar çıkar ve feleklerin hareketinden çıkan müziği
dinlermiş.”
Yukarıda bahsedilen müzik ve
tuzak ilişkisine denk düşen diğer bir –mitolojik- öyküyse Kaknüs adı verilen
kuşla ilgilidir. Gagasında yüzlerce delik bulunan ve hiç eşi olmayan
bu kuş “eş bulmak ümidiyle tatlı tatlı
ötermiş. Gagasındaki bu deliklerden çıkardığı ötüşlerin/ nağmelerin etkisine
gelen diğer küçük kuşları yiyerek beslenirmiş. Çok uzun yıllar yaşar, öleceği
zaman ötmesi çoğalır, sonra birden alev alır ve kül olurmuş. Küllerden yeni bir
yavru Kaknüs kuşu doğarmış. Bu kuşu merak eden bir filozof, uzun arayışlar
sonunda onu bir ormanda bulmuş ve günlerce onu izleyip nağmelerini dinleyerek
müziği icat etmiş”.. Bahsedilen Kaf dağının arkasında olan Zümrüdü Anka (Simurg)
kuşudur aynı zamanda. Ya da batıdaki adıyla Phoenix efsanesidir. İnancın ve
hırsın timsali olan ve amacını gerçekleştirmek için zorlu bir yolculuğa
çıkılmasına neden olan gizemli bir kuşun ülkesinde tınıya karşılık bir bedel
vardır. Yunan mitolojisine bakıldığında ise eğlenceli bir yaşamın aracı olarak
görülmekte müzik ve daha çok tanrıların gölgesi altındadır. Her iki öyküyle
başlayan serüven yüz yıllar sonra artık hem bireyin temsil ettiği hem devletin
desteklediği bilimsel bir çerçeveye oturmuştur. Okulu vardır ve müziğin
temellendirildiği yer buradan gücünü alır. Sanıyorum bilimsel bir yanı olması
ve doğrudan müziği ilgilendirmesi açısından bu çok önemli bir ayrıntıdır.
Konservatuar mezunu olmayan birçok
sanatçı gibi Şehriban da müziğin yaratmış olduğu sihrin fazlasıyla farkındadır.
Ama ayakları yer basan bir farkındalıktır bu.
Her zaman söylerim ses sözden
önce varıyor kulağa. Çünkü ritim ve ileti müzikal bir dille daha kalıcı oluyor.
Diğer taraftan şiirle müzik arasında aslında
bir akrabalık da kuruluyor. Bakınız mesela yunan mitolojisinde "Muse/
Musi" etkili söz, şiir anlamına gelmekte ve iki kelime Arapça'da
birleşerek Musıki olarak geçmektedir. Freud ne zaman insem şairler benden önce
oradadır dediği insan beyni sanırım önce sesleri algılıyor. Bu bir avantaj
elbette. Sözlü ve yazılı edebiyatımızda yer alan şiirin tek doğrusunun ve
yorumların kişilerin beğenilerine özel olması müzik sanatının oturduğu tahta
oturmamasına neden olsa da şiir ve müziğin buluşması birbirleriyle örtüşecek güfte
ve beste ilişkisinde de paralel gider. Bu da sesin ve sözün yakaladığı ayrı bir
sinerjidir. Sanatçısı açısından hem yazmak, hem bestelemek hem de yorumlamak üç
ayrı altın bileziğin kola takılmasıdır bana kalırsa. Sırası gelmişken onun öykü
yazdığını ve bunları radyoda dillendirdiğinden de söz etmek gerekir.
Çalışmalarını sesle buluşturuyor olmasını sanırım bir heves olarak görmemek gerekir.
Hani bunun kıskanılası bir durum olduğunu da söylemeliyim.
Şehriban şarkılarını bir felsefe
çerçevesinde seslendirmiştir. Sözler Yunus’tan, Pir Sultan Abdal’a varan bir
çizgide biriktirilir. Yaşamı anlama, anlamlandırma noktasında bireyden
uzaklaşarak diğerlerinin de içinde olduğu bir dünyadan bahseder. Önemli olan
insanın kendisidir. Yaşadığı dünyadan edindikleri serveti değildir. Servet
manevi olandır çünkü her iki büyük ozanın cümlesinde geçerli olan budur. İyi
bir sesin profesyonel bir ruha taşınması ehli ellerin içinde olduğu bir
çalışmayla da taçlandırılır kuşkusuz. Can Atilla işte bu noktada keyifli,
insanın içini ısıtan, sinen bir çalışmaya imza atmış bulunmakta. Sadık
Aslankara yazısında Şehriban ve Can Atilla işbirliğinden bahsederken haklı
olarak iki noktaya dikkat çekmiştir: “Çalışmanın
içselleştirilme sürecindeki” yakaladığı doygunluğa ve “Bu konuda duyulan güvenin disiplinle karılarak
sürdürülmesi” konusuna. Uzun yılların, sabrın ve inanmanın
eseri olan ruhla, Can Atilla’dan istenilen ruh da oradadır.
Şehriban Ebem, uzun yıllar emek
verdiği bu çalışmayı sponsor olmadan, fizik mühendisliğinden kazandığı ve
biriktirdiği parayla yapmaya çalışıyor. Neden yedi yıl sürdüğünü merak edenlere
söylemek isterim.
Ankara
2009
bu yazı, ağustos 2013'de http://yerelce.wordpress.com de yayımlandı.