22 Ekim 2009 Perşembe

İZ VE KAÇAK; FAZLASIYLA YAŞANMIŞLIK


“beni susmaya çağırın / korkaklığımla yüzleşmeye, sıkıldım arsız bir gölgeyi kendim bilmekten/ son sözüm aşk üstüne olsun/ belki bir derinlik edinir alnımı bıraktığım uçurum.”

Kişilerin kendini anlatmasının birçok yolu var ve susmak sadece bunlardan biri. Susku, bir fırtınaya, ressesif bir yana ve düşünmek için de yakalanmış bir ana işaret edebiliyor bazen. Anlaşılmamayla başlayan soyutlanma duygusu, insanın kendini, başkalarını ve ortamı yadsıması, yaşamda yalnızlık duygusunu destekleyebiliyor aynı zamanda. Bu pencereden bakıldığında ‘bir olay, durum ya da bir yaşayıştan geriye kalan’ anılara, arakesitlere bakan bir özneyi anlayabilmek daha kolay oluyor.

Selami Karabulut’un İz ve Kaçak şiir kitabında üzerinde durmak istediğim, genel temadan yola çıkarak şiirin nasıl söylendiğinden çok, ne anlattığı olacaktır. Çünkü şiirlerin genel izleğini oluşturan (anlaşılmama, soyutlanma) yaşamın içinde bunlarla birlikte var olma yarışı, şair, şiir ve okuyucusuyla önemli bir bağ kuruyor. Kitaptaki ana yönelim de bu bağı oluşturan yalnızlaştırılma, yabancılaşma duygusunu içine alarak ortaya çıkıyor. İçinde kırılmaları, uzaklaşmaları ne kadar barındırırsa barındırsın sınırında gezindiği yaşamı şekillendirebilen bir ruh haline sahip şiirler. İçsel gelgitler, bunların yaşam pratiğinde bulduğu anlam... insanın kendini yok sayması, yüzleşmeler, kıyısını ezberlediği bir yaşamın sunmadığı farklılıklar… gelip durduğu ayna (bu bizim aynamız ya da paranoyamız olabilir mi?) Her şey gelip geçiyor ve özne olan yanı bir kuyunun başında sesinin kendisine dönmesini bekliyor. Dönüşünü beklediği sesin bu yolculuğunda, sorguladıkları ötekiler için ne ya da kim olduğu düşüncesidir. En yakınınızdan başlayarak, en dışa kadar yöneldiğiniz durumlarda, farklı olan yanınız, başkalarının anlamadıklarıyla ilgili olandır çünkü. ‘Ne’ soru imi bu anlamda canınızı yakıyor olabilir. Hangi sorunun şifresi kolay çözülüyor ki!

“öncesi yokmuş bu sayrının, sonrası da/ iki ucu kör bir karanlık/ her satırı boş ömrüm beni yalanıma bağışlasın / hep sona yürüdüm / kendi sonsuzluğuma / içimde taşralı, küllenmek bilmeyen bir heves… ufkumun sınırıydı acısına düştüğüm tuzak / bir kusur gibi taşıyıp durduğum yüzümde (s.9).”

Kendi kokusunu ünleyen bir hanımeli almışken sizi içeri… başka bir dil şah damarınızı çiziveriyor. Bir son mu olmalı bir başlangıç mı? Bu noktada yaşamı şekillendiren ruhtan ”eskimiş kaygıları akıtmalısınız önce” önerisi geliyorsa toparlayıcı, tetikleyici yanı önde olmasa da o umutsuzluğu tek başına bırakmayacaktır. Yukarıda yaşamı şekillendiren yan da bununla ilgilidir. Kırılmaları besleyense, içsel bir yolculuğun dış dünyayla olan tezatlığıdır ki bu da şiirlere güzel bir şekilde yansıyor. Şiir ki anlamsızlığın anlamını bir objeye, bir duyguya, bir varlığa olan açılımıyla ortaya koyuyor. Şiir, öznelden başlayarak ötekilere varan bir arya oluyor sonunda.

“ah! kendine düşten kaleler edinmiş ömür / bir kaçağın güzelliğidir aslında teninde gizlediğin / çok verip az alınmış razılıklı pazarda / alevsiz yanarmış, içinde bir gurbetle yaşlanan, kanmadım dese de ilk günkü yalana / bakıp durur öylece alnında bozkırın mührü / yorgun tebessümle hatırlanan uzaklardaki çocuk (s. 39)”

İç sesi karamsar (şairin tüm şiirleri için geçerli) olmasına rağmen bilge yanları var şiirlerin. Sahip olduğu ikircik bir ruh hali. Gölgesinde yaşadığı bir çınar, çınar altında bir sandık, onun içinde de şairin ve sizin koyduklarınız. Şiirlerin her biri, şairin kuytusundan gönderilmiş adresi olmayan mektuplar. Demek ki herkesin kapısına bırakılmış, açılmayı bekleyen, özleyen bir yanı var bu mektupların. Ya da adresi olan/ulaşılmayan bir yanı.

Yaşamla olan sorunu ve bu sorunun dizgeye girdiği dil rahat. Bu rahatlığı şairin içsel serüvenine olan eleştirel bakışı, kendisiyle olan hesaplaşması, durduğu yeri sağlıyor. Durulan noktaya ister kendinizi koyun, ister şairin öznelliğini, bir gerçek var ki duygusal kaosların dışa yansımasını sağlayan oluşum yoğun, yorucu bir laboratuvar çalışmasıyla gerçekleşiyor. İlk kitaptan çok, ikinci ya da üçüncü kitap tadı veriyor İz ve Kaçak.

İlk bölümü Tuzak şiiriyle başlayan kitap altı başlıkta toplanıyor; “yangın ve kül (6 şiir), delilik belirtileri (8), güz ve gece (5), zamansız fotoğraflar (7), güz senfonisi (1), son ve sonsuz (2)”. İz ve Kaçak 2003 yılında Sağlık Emekçileri Sendikası (S.E.S.) “5. Kültür Sanat Ödülleri” yarışmasında birincilik alıyor.

Kaynak
Selami Karabulut, İz ve Kaçak (Ağustos 2005, KÜL SANAT)


Damar Dergisi'nde yayınladı bu yazı