“Ben
sizden bir kez keder istedim”
Durup dururken bir keder neden
istenir, sahiden hiç neden yokken mi istenmiştir, bir şairin iç kasvetinden
midir kederi isteyişi? Değildir. Değildir de, hayat hep soruları değiştirerek
tersten sormaya devam ediyor. Söyler misiniz, kalbiniz en son hangi kederden
döndü? Dönmedi mi yoksa! Kalp bu, taş değil değil. Yoruyor, yoruluyor da istiyor
ki, bir dize nasıl bir aşka yol olur, öyle yol olan, can olan, kavrayan bir göz
daha baksın yakından. İyi de neden -en çok da- en yakınımızdakiler, hep bir
ağrı bırakır giderken? Ellerimizin çatlayıp döküldüğünü görmezler mi, bu
saçların, bu gözlerin, bu sesin titrediğini, neden iyileştirip de gitmezler?
Onlar da kalanı sonsuz bilmektedirler sanırım. Bir çınar gibi orada, acısıyla! Ama
haksızlık bu!
Uzun, upuzun yalnızlıktan mı
geldiniz, gecenin en demli, en mahrem, en acımasız maskesini takıp, neden
geldiniz peki? Çilekler üşüyor biliyor
musunuz? Ve iyileştirmek için dokunmak gerekiyor.“Bilmeliydim, hangi yağmur ıslatır buradan geçerken/ hayat… hayalden
kaçan ilmek/ tutacaktım bıraktım.” Bir şair, tüm ilmekleri böyle ustaca
atarken neden bırakır. O hayal durup karşında sormaz mı, beni nasıl ve neresinde
unuttun zamanın ve zaman ki, kanatlı bir albatros, yıkıyor önüne geleni. Ben
senden keder mi istedim? Hoyrat bir geçmişi yazmak, öldürmez mi beni? Öldürür,
öldürür de ah perdelerini açan bir oyundan çıkmıyoruz ki. Bu başka bir şey!
Bir yüreğin hayat karşısındaki,
incelikli duruşu, göğsünü gerişi, kendini parçalayışı, sonra yeniden
iyileştirişi! Ne büyük güç ister, ne büyük diriliş. Hangimiz bu kadar güçlüyüz.
Tanrının bir bildiği olmalı. Sınanmanın sonu yok çünkü içimizdeki keder gelip söze
damıtmışsa kendini, bir şey var demektir. Çünkü bu büyünün, sözün kendi olmadan gelip secdeye durması
değildir. Zaman dışıdır. Sizin dışınızdadır. Siz sadece bekleyensiniz. Şimdi
düşünün insan olma halinizi, size ait olan yalnızlığınızı. Ne diyor şair, “Peki, şimdi bu eller… saklı bir yara gibi,
oysa onları banyoda üzerlerini örte örte, sancılı bir mevsim gibi gizledim,
yüzümde açılan tülleri kapatırken…” Bu eller, bir taş ustasının, bir maden
işçisinin, bir gönül işçisinin yarasını taşır, bu eller gömülür kara bir elmas
gibi saklanır, ama hayatın o en kötü, en pis hali geldiğinde ışığa, daha çok
iyileşecek yara. Tüllerini kaldır şair, mateminden uyanmakta, savrulmakta
içinde ki elem. Artık mevsim sancısını bırakmakta..! Ve burada okuyucular için
bir dipnot düşmek isterim, bilmelisiniz ki herkes kendi iç bağını çözüyor
kapısına ve oradan geçiyorsanız, nasıl ağır bir taşı sürükleyeceğine tanık
olacak kalbinizin. Ama siz hala orada iseniz her şeye rağmen hayat, hala o
taşları atmak için bir sebep de taşıyor demektir.
Sevgili Zeynep Kurada kitabına
başlamak ve onu okumak evet bir büyü. Dizeler arasında saklanan inceliği, içsel
bir haykırıştan toplumsal sızıya geçişi, sessiz, kendi içini yaran anlatımıyla
yüreğinizin ortasını buluşu tam da ona özel bir aktarış. Şairine benzeyen
şiirler buluyorum her okuyuşumda ve şiir deki öznenin tam hayatla bağı koptu
derken hep bir pencere açıyor olması da, o arkada kalan kendini gizleme
mütevazılığına denk düşüyor, sürpriz bir şekilde şaşırtıyor olmasına! Onun
şiirlerini okurken – tüm şiir kitaplarının ortak özelliğidir bu- bir şekilde
atladığınız, pas geçtiğiniz duyguları, o duyguların incinmişliğini de fark
ediyorsunuz. Şiir öğretmez elbette, şiir sezdirir, hissettirir ve de ruhunuza
inerken kendi dizelerinizi de çıkartır ortaya. Ve bir bakmışsınız siz de
kendinizi anlatıyorsunuz. Her şiir böyle okunabilir mi hayır elbette ama bir
karşılık da buluyorsa not edilmelidir.
“Çilekler Üşürken”in şiirleri
yazılırken bir başlığa gerek duyulmamıştır. Uzun nehir şiirlerdir, bu şiirler içinde
iyiler, kötüler, aşklar, büyük aşklar, küçük aşklar, küçük insanlar, büyük
insanlar vardır, her biri renklerini bırakarak gitmişlerdir. Ama bilhassa sizin
dışınızdakilerin, “dışarıdakiler”in yarattığı o bencil, travmatik, destursuz
alan açmalarına, dayatmalarına, yaşam pratiğiniz de tanık olduğunuz
gereksizliklere bir bakıştır da bu. Tersten okumadır belki de. Şiir evet
öğretmez ama tanıdıksa serüven, acıtır. Acıtırsa bir yerlerde kalır. Bu anlamda
güçlü bir tarafı da vardır şiirlerin. Şiiri anlama ve de içselleştirme
noktasında ölçü, teknik değildir, ölçü siz de ne kadar yer açtığıdır. Bu kitaba
bir bakın isterim, yazıyı yine şairin güzel bir şiiriyle bitirmek isterim.
…az önce buradaydım, nereye gittim/ tuz ve
yara ateşin birleştiği/ tesadüf kalemimdeki gizli anka,
acı, ay dağıldı,
tende ikinci mevsim/ geciken perde, başkalaşan bir yaşam…
2013/ankara