19 Kasım 2013 Salı

YUNUS’TAN PİR SULTAN’A AHVALİUMMAN




Elimdeki çalışmaya bakıyor ve müziğin evrensel bir dilin temsilcisi olduğunu bir kez daha anlıyorum. Neden biri ya da birileri çıkar da yedi yıl bir sesin peşinden gider ki. Bir kuyuya taş atmanın dışında nedir bu gidiş? Reklamınız, arkanızda bir gücünüz yoksa ya da geleneksel dilin dışında bir şeyler yapıyorsanız ne bekleyebilirsiniz bu piyasadan? Elbette sanatçının sesinin gücü, yetkinliği özellikle besteleyen bir sanatçının diğerlerinden öne çıkan özelliği –belki- bu süreci bir parça kolaylaştırabilir ancak başka bir gerçek var ki; emeğin yanında finansmanın da çok önemli olduğudur. Diğer türlüsü akıntıya kürek çekmek demek oluyor. Ve bazen akıntıya doğru gitmek de gereklidir. Buna giden yolu belirleyen de sanırım amaçlamak ve inanmak olmalı.

Şehriban Ebem, yüreği sesi kadar gür, direngen, kendine inanan, ilkeli bir müzisyen. Onun için buna benzer övgülere devam edilebilir elbette. Ve hak ettiğine emin de olabilirsiniz. Kökleri sağlam bir aileden, bir kültürden geliyor. “İnsan kokusunu hissetmediği” yerde durmayan önemli bir anlayışı da taşıyor benliğinde. En büyük zenginliği de bu sanıyorum. Onu ilk kez Bartın Belediyesi sahnesinde izlediğimde ne büyük bir sorumluluk taşıdığına tanık olmuştum. Sahne soğuktu, o titreyerek konserini tamamlamıştı. Ve karşılığında ödülü sadece memnuniyet ve teşekkürdü. Bu çok önemli elbette. Amatör düşünmek ve bu duyguyu hissederek söylemek ama doğru söylemek. İyi bir iş her zaman karşı tarafa geçer, geç olsa da yerini bulur.

Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde -okuma yaparken- anladım ki müzik, mitolojik bir tarihle ve öyküleriyle hayatımıza giriyor. Hem insanı mutlandıran hem de tuzağa düşüren bir araç. Ve kışkırtıcılığı, gizemi nedeni ile mitolojiden günümüze diğer sanat dallarından farklı bir yere oturmuştur. Yrd.Doç.Dr. Recep Uslu’nun mitoloji müzik ilişkisi içerisinde ele aldığı “Harry Potter'in Anka  Kuşu Veya Müziğin Anka Kuşu "Kaknüs" (Müzik Mitoloji İlişkisinden Bazı örnekler)” yazısından -bu konuda çok fazla hikaye vardır aslında ama müziğin keşfi ve etkileyici gücüne örnek olması açısından- sadece iki alıntıyla yetineceğim, şöyle bahsedilir ilgili yazıda Doğu Mitolojisi’nden: ‘Hz. Süleyman'ın öğrencilerinden sayılan Pisagor’a üç gece rüyasında bir nurani kişi, falan deniz kenarına git, orada bir bilim bulacaksın’ demiş, “Pisagor gidip orada hiçbir şey bulamayıp geri dönerken orada bulunan demircilerin çıkardıkları seslerden müziği icat etmiştir” Pisagor ruhunu terbiye için uyguladığı riyazet metoduyla gezegenlerin bulunduğu semaya kadar çıkar ve feleklerin hareketinden çıkan müziği dinlermiş.”

Yukarıda bahsedilen müzik ve tuzak ilişkisine denk düşen diğer bir –mitolojik- öyküyse Kaknüs adı verilen kuşla ilgilidir. Gagasında yüzlerce delik bulunan ve hiç eşi olmayan bu kuş “eş bulmak ümidiyle tatlı tatlı ötermiş. Gagasındaki bu deliklerden çıkardığı ötüşlerin/ nağmelerin etkisine gelen diğer küçük kuşları yiyerek beslenirmiş. Çok uzun yıllar yaşar, öleceği zaman ötmesi çoğalır, sonra birden alev alır ve kül olurmuş. Küllerden yeni bir yavru Kaknüs kuşu doğarmış. Bu kuşu merak eden bir filozof, uzun arayışlar sonunda onu bir ormanda bulmuş ve günlerce onu izleyip nağmelerini dinleyerek müziği icat etmiş”.. Bahsedilen Kaf dağının arkasında olan Zümrüdü Anka (Simurg) kuşudur aynı zamanda. Ya da batıdaki adıyla Phoenix efsanesidir. İnancın ve hırsın timsali olan ve amacını gerçekleştirmek için zorlu bir yolculuğa çıkılmasına neden olan gizemli bir kuşun ülkesinde tınıya karşılık bir bedel vardır. Yunan mitolojisine bakıldığında ise eğlenceli bir yaşamın aracı olarak görülmekte müzik ve daha çok tanrıların gölgesi altındadır. Her iki öyküyle başlayan serüven yüz yıllar sonra artık hem bireyin temsil ettiği hem devletin desteklediği bilimsel bir çerçeveye oturmuştur. Okulu vardır ve müziğin temellendirildiği yer buradan gücünü alır. Sanıyorum bilimsel bir yanı olması ve doğrudan müziği ilgilendirmesi açısından bu çok önemli bir ayrıntıdır.

Konservatuar mezunu olmayan birçok sanatçı gibi Şehriban da müziğin yaratmış olduğu sihrin fazlasıyla farkındadır. Ama ayakları yer basan bir farkındalıktır bu.
Her zaman söylerim ses sözden önce varıyor kulağa. Çünkü ritim ve ileti müzikal bir dille daha kalıcı oluyor.  Diğer taraftan şiirle müzik arasında aslında bir akrabalık da kuruluyor. Bakınız mesela yunan mitolojisinde "Muse/ Musi" etkili söz, şiir anlamına gelmekte ve iki kelime Arapça'da birleşerek Musıki olarak geçmektedir. Freud ne zaman insem şairler benden önce oradadır dediği insan beyni sanırım önce sesleri algılıyor. Bu bir avantaj elbette. Sözlü ve yazılı edebiyatımızda yer alan şiirin tek doğrusunun ve yorumların kişilerin beğenilerine özel olması müzik sanatının oturduğu tahta oturmamasına neden olsa da şiir ve müziğin buluşması birbirleriyle örtüşecek güfte ve beste ilişkisinde de paralel gider. Bu da sesin ve sözün yakaladığı ayrı bir sinerjidir. Sanatçısı açısından hem yazmak, hem bestelemek hem de yorumlamak üç ayrı altın bileziğin kola takılmasıdır bana kalırsa. Sırası gelmişken onun öykü yazdığını ve bunları radyoda dillendirdiğinden de söz etmek gerekir. Çalışmalarını sesle buluşturuyor olmasını sanırım bir heves olarak görmemek gerekir. Hani bunun kıskanılası bir durum olduğunu da söylemeliyim.

Şehriban şarkılarını bir felsefe çerçevesinde seslendirmiştir. Sözler Yunus’tan, Pir Sultan Abdal’a varan bir çizgide biriktirilir. Yaşamı anlama, anlamlandırma noktasında bireyden uzaklaşarak diğerlerinin de içinde olduğu bir dünyadan bahseder. Önemli olan insanın kendisidir. Yaşadığı dünyadan edindikleri serveti değildir. Servet manevi olandır çünkü her iki büyük ozanın cümlesinde geçerli olan budur. İyi bir sesin profesyonel bir ruha taşınması ehli ellerin içinde olduğu bir çalışmayla da taçlandırılır kuşkusuz. Can Atilla işte bu noktada keyifli, insanın içini ısıtan, sinen bir çalışmaya imza atmış bulunmakta. Sadık Aslankara yazısında Şehriban ve Can Atilla işbirliğinden bahsederken haklı olarak iki noktaya dikkat çekmiştir: “Çalışmanın içselleştirilme sürecindeki” yakaladığı doygunluğa ve “Bu konuda duyulan güvenin disiplinle karılarak sürdürülmesi” konusuna. Uzun yılların, sabrın ve inanmanın eseri olan ruhla, Can Atilla’dan istenilen ruh da oradadır.

Şehriban Ebem, uzun yıllar emek verdiği bu çalışmayı sponsor olmadan, fizik mühendisliğinden kazandığı ve biriktirdiği parayla yapmaya çalışıyor. Neden yedi yıl sürdüğünü merak edenlere söylemek isterim. 

                                                                                                                                  Ankara 2009


bu yazı,  ağustos 2013'de http://yerelce.wordpress.com de yayımlandı.







Hiç yorum yok: